3 Eylül 2010 Cuma

düşününce...


şöyle diyor f.d.:

" ... kendi kendime şu yersiz soruyu sordum. Kolay elde edilmiş mutluluk mu, yoksa insanı yücelten acı mı daha iyi? Evet, hangisi daha iyi? "

acıyla, sıkıntıyla ilerliyor hayat. olgunlaşma da bunlar oldukça gerçekleşiyor sankim. yoksa hep mutlu, hep çocuk, hep ergen ol"abil"mek nereye kadar? bakmayın bana sıkıntı bastı içimi bir nebze. kısa sürede; hatta sabah 5-7 nöbetlerinde bitirdiğim bu eserden etkilendim oldukça sanırım. kendimi de bir nevi "yeraltı" mahlukatı olarak hissettiğim için olabilir mi? neden olmasın.

devam etmek gerekirse;

" Köşemde manen çürümüş, çevreden, canlı yaşamdan kopmuş, yeraltında kendi yarattığım kine boğulmuş olarak, yaşama nasıl yan çizdiğimi uzun uzadıya anlatmanın hoşa gidecek nesi var? Sonra romanda bir kahraman istenir, oysa benimkinde, inadına, bir kahramanın karşıtı olan bütün özellikler bir araya toplanmış. İşte bu yok mu ya, bizim gibileri anlamanın en kestirme yoludur. Çünkü bizler, az ya da çok, yaşamak alışkanlığını yitirmiş, aksaya aksaya yürüyen insanlarız. Hem de gerçek "canlı yaşam"dan tiksinecek, onun lafını bile işitmek istemeyecek kadar yaşama yabancılaşmışız. Bu yabancılaşmayı; "canlı yaşam"ı bir iş, bir görev sayarak, onu kitaptan öğrenmeyi üstün tutacak dereceye vardırmışız. "

bu notlara dikkat çekmek geldi içimden.
taa yeraltından sesleniyorum.
duyun sesimi!

1 yorum:

Adsız dedi ki...

derinden bir ses duydum sanki:)