5 Temmuz 2010 Pazartesi

adalılar işini bilir

ortaokuldayken bir adet din hocamız vardı bizim (hanginizin yoktu ki) kendisi hatta aynı dönem okulun müdürüydü de. neyse bu her ders 3x din kültürü ve ahlak bilgisinden bahsediyoduysa; kesin 2x'de İngilizlere bok atmakla, dünyadaki bütün kötülüklerin İngilizler tarafından hayata geçirildiğine bizi inandırmakla geçiriyodu zamanı. 3x'lik konuya zaten inanmadığım gibi, 2x'lik bölüm de hep canımı sıkardı bir şekil, ki daha o zamanlar pink floyd'du, beatles'dı, led zeppelin'di, radiohead'di de bilmezdik hani.

sonradan sonradan bunlarla ve daha birçoklarıyla tanışdık elbet o ya da bu vesilelerle. ama asıl soru bu saydıklarımdan ziyade, acep o hocamız hiç İngiliz komedisi, bilhassa dizi (sit-com) formatında, izlemiş miydi? bi çoğunuzun british humour olarak bileceği tarzdan; bu tarzın adamı soğuk kelime esprileriye (iklimden doğru diye düşünülebilir), taşı gediğine zart diye oturtan karakterleriyle kırıp geçirebilen örnekleriyle hiç haşır neşir olabilmiş miydi acaba? bu retorik soruların cevabını tabi ki hepimiz biliyoruz.

yine de ola ki aranızda da hala takip etmemiş olanlarınız var ise bu acaip işlerden bi iki bahsedip, uzaklaşıyim diyorum buralardan.

öncelikle amerikalıların erken farkedip ellerine geçirdikleri "the office" var tabi ki. ingiliz komedisinde son zamanların büyük dehalarından Ricky Gervais'in her türlü kamera önü ve arkasını şekillendirdiği bu gerçekçi ama bi o kadar fantastik ofis hikayesini henüz ingiltere'de 2.sezonunun tamamlanmasıyla birlikte amerikalılar ele geçirdi. ha onlar bu mirası kötü mü devam ettirdi? hiç de öyle diyemeyiz, keza Steve Carell Gervais'den aldığı bu müthiş karakteri daha da tepelere çıkarttı sanırım.



hangisi daha komik? bilemedim.

yine sayın Gervais'in "extras" isimli çalışması daha az ilgi çekmiş olsa da her bölümünde davet edilen misafir ünlüleriyle olsun, gerçekçi tavrıyla olsun kesinlikle takip edilmeye değer bir dizi.
3 sezon devam etmiş olan dizide film setlerinde çalışan figüranların gerçekçi hayatlarına girme imkanı buluyoruz. tabi bu işler, sayın Gervais'in nispeten Hollywood'a transferiyle daha ön plana çıkan çalışmalar. bi de geride kalmış olanlar söz konusu.

diziye konuk olmuş oyunculardan ufak bir seçme

ingilizler bu tarzda muhabbeti tadında bırakmayı da çok iyi biliyorlar. genelde 20 ila 30 dk. süren bölümlerin toplamı da 3 sezonu geçmiyor. bu tarza bir başka güzel örnek 2000 yapımı "black books" eksantirik, insan sevmeyen, kitap dükkanı sahibi bernard black'in(Dylan Moran) ilk bölümde yanına yardımcı olarak aldığı manny (Bill Bailey) ile beraber yaşadıkları gündelik maceralarına tanıklık ediyoruz. dizinin yaratıcısı da olan dylan moran 71 doğumlu bir irlandalı. yani ada'nın kanı onda da gayet mevcut.

"Don't you DARE use 'party' as a verb in this shop!"

bir başka takip edilesi çalışma, yine hollywood'la oldukça flört halinde olan Simon Pegg'in "spaced"i. bu dizide de sevgilisi tarafından evden atılan, çizgi roman çizeri Tim Bisley (Simon Pegg) ile kendine bir türlü yaşayabileceği bir ev bulamayan, yazar adayı Daisy Steiner(Jessica Hynes)'ın evli rolü oynayarak bir daire kiralamalarıyla başlayıp, çevrelerindeki diğer karakterlerle yaşadıkları maceraları izleyebiliyoruz. sürekli popüler kültür referanslarıyla dolu hikayenin bilhassa 2. sezonunda bu referansları bariz bir şekilde ekranın altında gösteriyor olmaları da oldukça keyifli.


"bu ikiliye dikkat etmek lazım!"

en ağır topları sona bıraktım tabi ki: ilki, Julian Barratt ve Noel Fielding ikilisinin müthiş karakterler Howard Moon ve Vince Noir olarak karşımıza çıktıkları "might boosh" bu acaip dizi içerik olarak iki hayvanat bahçesi görevlisinin başlarından geçen real ve sürreal olayların, oldukça başarılı bir kurguyla ekrana yansıtılmasından öteye gitmiyormuş gibi gözükse de her bölümde ikilinin duruma uygun olarak besteleyip, performe ettikleri farklı genre'lardan şarkılarla tam bir görsel ve işitsel şölene dönüşebiliyor. zaten bu ikili mevzu-bahis dizi projesi öncesinde beraber bir radyo programı ve akabinde çıktıkları stand-up turnesiyle adada isim yapmışlar. bizdeki müebbet muhabbet (bknz. cenk&erdem) kafalarındalar.

"Lost in the blinding whiteness of the tundra"

ikinci ve son olarak, ki en baştan beri bahsetmek istediğim; büyük bir şirketin IT bölümünde görev yapan 3 birbirinden alakasız karakterin traji-komik durumlarından bahseden "IT Crowd" dizisi. bir hafta, on gün önce 4.sezonuna başlayan dizi bilgisayardan hiç anlamayan bölüm başkanı Jen (Katherine Parkinson)'in konuya fransız yorumları ve sakarlıklarıyla; bilgisayar uzmanları Moss (Richard Ayoade) ve Roy (Chris O'Dowd)'un artık konuya iyice yabancılaşmış tavırları ve gündelik hayatta başlarından geçen komik olaylarla kırıp geçirebiliyor. bilhassa moss karakterinin anti-sosyal ve "normal"e göre problemli varoluşu ile roy'la oluşturduğu zıt tabanlı ekip ruhu bile bu diziyi takip etmek için yeterli sebep olarak düşünülebilir. bir dönem digitürkün hangisi olduğunu bilmediğim bir kanalında yayınlanan bu diziyi de "şiddetle" tavsiye ediyorum.


soldan: Moss, Jen, Roy

sonuçta bir çok konuda olduğu gibi adalılar bu işi de çok iyi biliyorlar ve uzun bir süredir de başarıyla sürdürmeye devam ediyorlar. yukarıda saydıklarım benim şimdiye kadar fark edip, takip ettiklerimden bir seçmeydi. eminim ki çok daha fazlası mevcut bu adamların ellerinde. bunların dışında sizin bildikleriniz varsa paylaşmaktan çekinmeyin lütfen. evet uzuncana bir blog entry'si olmuş ama umarım birilerinin işine yarar.

Hiç yorum yok: